En Çok Kim Başpehlivan Oldu? Toplumsal Gücün, Kimliğin ve Cinsiyetin Güreş Meydanındaki İzleri
Bir sosyolog için her birey, içinde yaşadığı toplumun bir yansımasıdır. Toplumsal yapılar bireyleri şekillendirirken, bireylerin davranışları da bu yapıların yeniden üretiminde rol oynar. Güreş ve başpehlivanlık kavramları da bu etkileşimin canlı bir örneğidir. Çünkü güreş, sadece kas gücünün değil, aynı zamanda toplumsal düzenin, cinsiyet rollerinin ve kültürel değerlerin sahnesidir.
Bu noktada şu soru anlam kazanır: “En çok kim başpehlivan oldu?” Bu soru sadece bir istatistiği değil, bir toplumun kahraman yaratma biçimini, erkekliğin nasıl kutsandığını ve dayanıklılığın nasıl ödüllendirildiğini de ortaya koyar.
Başpehlivanlık ve Toplumsal Statü: Gücün Meşruiyeti
Toplumlarda güç, daima meşrulaştırılmak ister. Başpehlivanlık da bu meşruiyetin sembolik biçimlerinden biridir. Kırkpınar gibi köklü güreş festivallerinde başpehlivan olan kişi, yalnızca bir sporcu değil, toplumsal hiyerarşinin zirvesine çıkan bir figür haline gelir.
Sosyolojik açıdan bu durum, “yapısal işlevselcilik” teorisiyle açıklanabilir. Toplumun istikrarı, her bireyin kendi rolünü oynamasıyla sağlanır. Pehlivan, burada hem fiziksel hem de sembolik bir role sahiptir: o, gücüyle toplumu koruyan; emeğiyle düzeni temsil eden kişidir. Başpehlivanlık unvanı, toplumun “en güçlü”süne değil, “en yararlı”sına verilmiş bir ödül gibidir.
En çok başpehlivanlık unvanını kazanan isim olan Kel Aliço (26 kez) bu anlayışın tarihsel bir yansımasıdır. Onun başarıları, yalnızca bireysel bir zafer değil, Osmanlı toplumunun güce yüklediği işlevsel anlamın bir sonucudur. Kel Aliço’nun popülerliği, halkın “istikrar” ve “dayanıklılık” arzularının kültürel ifadesidir.
Cinsiyet Rolleri ve Güreşin Erkeklik Anlatısı
Toplumsal cinsiyet perspektifinden bakıldığında güreş, erkekliğin performatif sahnesidir. Güreş meydanında beden, sadece fiziksel bir varlık değil, erkekliğin toplumsal bir ifadesidir. Erkekler için başpehlivanlık, “toplumsal onaylanma”nın en açık biçimidir.
Kadınların bu alandaki görünmezliği ise, toplumsal normların tarihsel sürekliliğini gözler önüne serer. Erkekler yapısal işlevler üzerinden — düzenin sürdürülmesi, güç ilişkilerinin korunması — meşruiyet kazanırken; kadınlar ilişkisel bağlar, dayanışma ağları ve kültürel aktarım yoluyla toplumun görünmeyen gücünü oluşturur.
Örneğin, güreş festivallerinde kadınların çoğu zaman seyirci, destekleyici veya organizatör olarak yer alması, bu ilişkisel rolün tipik bir örneğidir. Kadınlar toplumsal “duygusal sermaye”yi üretir; erkekler ise fiziksel ve sembolik sermayeyi temsil eder. Bu ikili denge, toplumun hem geleneksel hem de modern kimliğini besler.
Kültürel Pratik Olarak Güreş: Ritüelden Kimliğe
Kırkpınar güreşleri, UNESCO tarafından “Somut Olmayan Kültürel Miras” olarak kabul edilmiştir. Bu, güreşin sadece bir spor değil, bir kültürel pratik olduğunun göstergesidir. Her yıl yapılan bu organizasyon, toplumun dayanışma, aidiyet ve kimlik duygularını yeniden üretir.
Bu anlamda başpehlivanlar, birer kültürel taşıyıcıdır. Koca Yusuf’tan Ahmet Taşçı’ya kadar uzanan birçok isim, toplumun farklı dönemlerindeki güç anlayışını yansıtır. Osmanlı’da başpehlivan “adalet ve kudretin sembolü” iken, Cumhuriyet döneminde “milli kimliğin simgesi” haline gelmiştir. Günümüzde ise başpehlivan, hem “sporcu” hem de “kültürel temsilci”dir.
Her kuşak, kendi toplumsal normlarına göre bir pehlivan tipi yaratır. 19. yüzyılın mütevazı, derviş ruhlu pehlivanı yerini 21. yüzyılın medyatik, profesyonel sporcusuna bırakmıştır. Bu dönüşüm, toplumsal yapının değişen değerlerini de açıklar: güç artık sadece kaslarda değil, görünürlükte, medya etkisinde ve toplumsal temsil gücündedir.
Toplumsal Hafıza ve Kahraman Kültü
Toplumlar kahramanlarını unutmaz, çünkü kahramanlar toplumsal belleğin taşıyıcılarıdır. Başpehlivanlar da bu belleğin en somut örneklerindendir. Güreş meydanlarında kazanılan zaferler, aslında toplumun kendi içsel çatışmalarını dışa vurduğu sahnelerdir. Güç, sabır, emek, adalet — tüm bu kavramlar güreşin estetiğinde somutlaşır.
Kel Aliço’nun 26 kez, Kara Ahmet’in 9 kez, Adalı Halil’in 7 kez başpehlivan olması sadece spor tarihine değil, toplumsal güç mitolojisine kazınmıştır. Onlar, halkın adalet ve direniş arayışının sembolleridir.
Sonuç: Meydan, Toplumun Aynasıdır
“En çok kim başpehlivan oldu?” sorusu, sayısal bir cevapla sınırlanamayacak kadar derindir. Bu soru, güreşin ötesinde toplumun kendi yapısını, cinsiyet rollerini ve güç algısını anlamamıza yardımcı olur.
Bir sosyolog olarak şunu söylemek mümkün: başpehlivanlar, toplumun kendine tuttuğu aynalardır. Erkeklerin yapısal düzen arayışıyla, kadınların ilişkisel dayanışması bu aynada buluşur. Her ikisi de bir toplumun varlığını sürdürme biçimidir.
Belki de asıl sorulması gereken şudur: Bugünün toplumunda, gücü kim taşıyor — kaslarında mı, yoksa kalplerinde mi?