İçeriğe geç

Akgünlük ile günlük aynı mı ?

Akgünlük ile Günlük Aynı mı? Varlığın İsimleri Üzerine Felsefi Bir Deneme

Bir filozof için her kelime, düşüncenin yankılandığı bir mağaradır. Sorduğumuz basit bir soru bile, varlıkla dil arasındaki derin bağı ortaya çıkarır. Akgünlük ile günlük aynı mı? sorusu, yüzeyde botanik bir ayrımı arıyor gibi görünse de, aslında adın, özün ve bilginin doğasını sorgular. Çünkü her isim bir sınırdır; fakat her varlık, o sınırın dışına taşar. Bu yazıda konuyu etik, epistemolojik ve ontolojik üç eksende ele alacağız.

Adın Felsefesi: Dil, Kimlik ve Ayrım

“Akgünlük” ve “günlük” kelimeleri kulağa benzer, hatta birçok kişi onları aynı bitki sanır. Oysa doğada olduğu kadar düşüncede de benzerlik, özdeşlik anlamına gelmez. Günlük ağacı (Liquidambar orientalis), özellikle Türkiye’nin güneybatısında yetişen, reçinesinden sığla yağı elde edilen endemik bir ağaçtır. Akgünlük (Boswellia serrata) ise daha çok Hindistan ve Arap Yarımadası’nda yetişir, “Frankincense” olarak bilinen kutsal reçinenin kaynağıdır. Her ikisi de yanınca mistik bir koku yayar, her ikisi de tarih boyunca tapınaklarda tütsü olarak kullanılmıştır. Ama bu benzerlik, özdeşlik değildir.

Burada dil ile varlık arasındaki gerilim belirir. Adlar benzer olsa da özleri farklıdır. Filozof Ludwig Wittgenstein’ın dediği gibi, “Dilin sınırları, dünyanın sınırlarıdır.” O hâlde “akgünlük” ve “günlük” kelimelerinin farkı, yalnızca botanik bir ayrım değil, dünyayı kavrayış biçimimizin sınırıdır.

Etik Perspektif: Doğaya İsim Vermenin Sorumluluğu

Etik, eylemin değerini, niyetin safiyetini sorgular. İnsan, doğaya isim vererek onu anlamlandırır; fakat aynı anda onu sahiplenir de. “Günlük” ve “akgünlük” ayrımında bile bir etik iz vardır: Biz, doğayı tanımlarken onun özerkliğini ne kadar gözetiyoruz?

Modern dünyada bitkiler çoğu zaman yalnızca “kullanılabilir kaynaklar” olarak görülür. Oysa eski uygarlıklarda, özellikle Anadolu ve Mezopotamya’da, bitkilerin adları kutsaldı; çünkü her biri bir ruhu temsil ederdi. Sığla ya da akgünlük reçinesi, sadece koku değil, “tanrılara yükselen dua” anlamına gelirdi. Günümüzde ise aynı madde, kozmetik ya da aromaterapi ürünü olarak pazarlanıyor. Burada etik bir kırılma yaşanıyor: Doğaya tapınmaktan, doğayı tüketime indirgemeye geçiş.

Belki de etik olan, bitkinin ismini bilmek değil; ona dokunmadan önce onunla varoluşsal bir bağ kurabilmektir. Adlandırmak bir hak değil, bir sorumluluktur.

Epistemoloji: Bilgi, Algı ve Benzerliğin Aldatmacası

Epistemolojik düzlemde soru şudur: Biz gerçekten “biliyor” muyuz, yoksa sadece benzetiyor muyuz? “Akgünlük ile günlük aynı mı?” derken, aslında bilgiyi duyuların yüzeyine indiriyoruz. Göz benzerliği, koku yakınlığı, işlev ortaklığı… Fakat bilgi, benzerlikten doğmaz; farkın farkına varmaktan doğar.

Görünüş bilgisi (empirik düzey), bize “bunlar aynı” dedirtir; ama öz bilgisi (akli düzey), “bunlar benzer ama farklı” der. Tıpkı insan ilişkilerinde olduğu gibi — iki kişi benzer davranabilir, ama aynı ruha sahip değildir. Dolayısıyla bilgi, yüzeyden derine inme cesaretidir. Akgünlük ile günlük arasındaki fark, bilmenin inceliğini öğretir: Farkı anlamak, bilgeliğin ilk koşuludur.

Bilgi ve Koku Arasındaki Bağ

Bilgi duyusal başladığına göre, kokunun burada özel bir yeri vardır. Her iki ağacın kokusu da “temizleyici” olarak bilinir; tütsülendiğinde zihni sakinleştirir. Ancak bu koku, iki farklı coğrafyanın, iki farklı kültürel hafızanın ürünüdür. Koku, bilginin sessiz biçimidir — sözcükler konuşmadan önce hissedilendir. Belki de bu yüzden, kokular bizi geçmişe taşır ama geleceğe de hazırlar. Bilmek bazen koklamaktır; bilgi, yalnızca akılda değil, bedendedir.

Ontoloji: Aynılık, Fark ve Varlığın Çokluğu

Ontoloji, varlığın doğasını sorar: “Bir şey ne zaman aynı olur, ne zaman farklı?” Akgünlük ve günlük, ontolojik olarak iki ayrı varlıktır; ama aynı varlık türüne — yani “yaşayan, kokan, dönüştüren maddeye” — aittirler. Bu da bizi birliğin çokluğu düşüncesine götürür. Her varlık, kendi özünde benzersizdir ama aynı varoluş ağına bağlıdır.

Heidegger’in “Varlık bir, varolan çoktur” sözü burada yankılanır. Günlük de akgünlük de varlığın aynı melodisinin farklı notalarıdır. Biri Ege’nin neminde, diğeri Hindistan’ın sıcağında yaşar ama ikisi de aynı “kokunun bilgeliği”ni taşır. Fark, ayrılık değil; zenginliktir.

Adın Ontolojik Sınırı

Bir varlığa isim vermek, onu dondurmak gibidir. Oysa varlık akış halindedir. “Günlük” dediğimizde, o artık yalnızca bir ağaç değildir; kültürdür, hafızadır, duygudur. “Akgünlük” dediğimizde, o yalnızca reçine değil; dua, duman, gökyüzüyle temas eden bir anlamdır. Belki de iki ad, aynı özün iki dilidir.

Düşünsel Sorular: Okura Felsefi Bir Davet

  • Bir varlığı adlandırmak, onu tanımak mı yoksa sınırlamak mıdır?
  • Benzerlik, bilginin kolay yolu mu, hakikatin engeli mi?
  • Doğanın farklı adları, aslında tek bir kokunun yankısı olabilir mi?
  • Biz doğayı gözlemliyor muyuz, yoksa onun bizi dönüştürmesine mi tanık oluyoruz?

Sonuç

Akgünlük ile günlük aynı değildir — ama aynı varlık düzeyinden konuşurlar. Biri Anadolu’nun, diğeri Asya’nın dilinde yankılanır. Her ikisi de kokusuyla, insanın varoluşuna sessiz bir soru yöneltir: Bir varlığı bilmek mi, onu hissetmek mi daha gerçektir? Belki de yanıt, dumanın yükseldiği o anın sessizliğindedir — çünkü bazen en derin bilgi, kokunun içinde saklıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
prop money